Başkasının Hayatı

Yazar
Murathan Mungan
Yayınevi
Metis Yayınları
Dil
Türkçe
Sayfa s.
130

Yazarın filme alınmamış özgün senaryosu.
İlk kez kitap olarak...Yıllar sonra...
(Arka Kapak)


Ankara'da yaşarken yazmaya başladığım Başkasının Hayatı'nı, 1985'te taşındığım Istanbul'da bitirdim. Dağınık Yatak sonrasıydı. 1984 ve 1985 yıllarına yayılan yedi-sekiz ay kadar sürdü senaryonun yazılması.

O günlerde, bugünlere oranla daha popüler olan deyimle, bir "kadın filmi" yazmak istiyordum. Bir de değil, iki kadın. O sıralar, öyle "iki kadınlı" filmler falan da pek yoktu ortalıkta. Dışarıda örneğine sık rastlanan, ama bizim sinemamızda nedense kimsenin pek yanaşmadığı bir şeyi denemek istiyor, iki kadın starı aynı ringe çıkarmayı planlıyordum. Ring de, eldivenler de, havlular da eşit olmalıydı. Bu zorunluluğun beni belki de senaryoyu zaman zaman zorladığını, hem her iki kadına eşit ağırlıkta sahne yazmak, hem de bunu akışı ağırlaştırmadan, tempoyu düşürmeden, hikâyeyi hantallaştırmadan organik bir biçimde yapmak gerekliliğinin beni epey uğraştırdığını kabul etmeliyim.

Birbirinin yerinde olmak isteyen, birbirinin hayatına özenen, hatta birbirinin "alter-egosu" olan, farklı kesimden iki zıt kadını, bir biçimde karşı karşıya getirmek istiyordum. İki kadının, film boyunca iki ayrı kanalda gelişen hikâyeleri, sonuçta bir çatalda kesişecek, kendilerine ve hayatlarına ilişkin hemen her şeyin ağır bir biçimde sarsıldığı, derin bir güven kaybına uğradıkları bir dönemde, kendilerini zayıf hissettikleri özel bir anda karşı karşıya gelen bu iki kadının çatışmasıyla birlikte hikâye doruğa ulaşacaktı. Bu karşılaşmanın her iki kadının kendi kişisel tarihlerindeki yeri, zamanı ve anlamı çok önemliydi. Yaşanan bu çatışmanın sonucunda, her ikisinin de hayatında bir şeylerin köklü olarak değişmesi gerekiyordu; bunun için de, onları, o güne değin kendilerine kurdukları dünya içindeki herhangi bir anlarında değil, zırhlarının delindiği, özel, zayıf, yaralı bir anlarında karşı karşıya getirecektim. Bu, hem karşılaşmanın şiddetini güçlendirerek çatışmayı hızlandıracak ve anlaşılır kılacak, hem de sonrasında olacakları daha kolay hazırlayacaktı. Yalnız bir tehlikesi vardı bunun ve kaçınılmazdı: Her ikisini de bir araya getirene kadarki zaman içinde gelişen olaylar, ikisinin ayrı ayrı yaşadıkları hikâyeler filmi uzun kılacaktı. Nitekim öyle oldu. Ayrıca bütün bu hızlı tempolu akan sahnelerden sonra da, Türk sinemasında pek rastlanmayan bir biçimde, kapalı bir tek mekânda geçen ve uzun süren bir hesaplaşma, tartışma, kavga ve barışma sahnesi yazmayı tasarlamıştım. Final, bu anlamda tam bir eskrim gösterisi olsun istedim. Böylelikle, iki kadının hesaplaşması ve ödeşmesi üzerine kurulu bir "oda filmi" havasındaki bu sahnede, her iki oyuncuya da oyunculuk olanaklarını sergileyebilecekleri, "solo yapabilecekleri" dramatik etkisi güçlü anlar yazmış olacaktım. İki kanalda gelişen ve ilerleyen film, başından itibaren, oraya, o noktaya ulaşmayı amaçlayacaktı. Bu da bana daha başlangıçta, üzerinde hedefe ilerleyebileceğim bir dramatik eğri kazandırıyordu. Sondaki o "oda filmi" havasında diye nitelendirdiğim büyük sekansı küçük parçalara bölerek filmin başlarındaki bir noktadan itibaren aralara serpiştirerek, hem sondaki sekansın yükünü hafifletmiş oldum, hem de bu dramatik eğriyi seyirci için de merak edeceği, iz süreceği bir hat haline getirmeye çalıştım. Ses taşmaları eşliğinde zaman zaman ortaya çıkan bu kısa sahneler, başlarda ne olduklarını, nereden geldiklerini hemen ele vermeseler de, bir süre sonra ilerideki belirsiz bir noktanın işareti olarak akıştaki yerini bulacak ve filmin sonundaki o büyük sekansta her şeyin birbirine kenetlenmesiyle aydınlanacaklardı. Bu parçalayıp önceye taşıma yoluyla, filmin sonundaki o büyük sekansı, aynı zamanda upuzun bir tiyatro sahnesi olmaktan da kurtarmış olacaktım.

Kafamda belli iki oyuncu için kaleme almıştım hikâyeyi; onların Yeşilçam geleneği içindeki imgeleri, oyunculuk ikonları, karşı karşıya gelmeleriyle kazanılacak olan ivme; zıtlıklarından doğacak çakımın hikâyeye kazandıracağı parlaklık ve gerilim hesapları üzerine kurulu bir kanava çatmaya çalıştım; diyalogların da zaman zaman ringteki boksör vuruşları gibi sert, acımasız ve yerinde olması amacı güttüm. Yalnızca bu iki kadına değil, aynı zamanda diğer yan karakterlere de "dramatik derinlik" kazandırmaya çaba gösterdim; film içindeki varlıkları ve eylemlerinin hikâyeyi geliştiren, ileri götüren özellikler taşımasına; o rollerin oyuncularına da "oyun olanağı" sağlayan etkileyici sahnelerle beslenmesine özen gösterdim. Kemal, Refet, Selçuk, Nilgün, Belgin, Gazeteci Zeynep, Senarist, Rüstem Bey, Kıl Necati gibi yan tiplere bakıldığında, her birinin ayrı bir hikâyenin kahramanı olacak kadar malzeme barındırdığının uçları görülür. Niyetim, aynı anda birçok koldan ve bağımsız olarak akan hikâyeyi, daha sonra bir noktada düğümlemekti. Bu düğüm yeri, iki kadının bir araya geldiği film setiydi ve sete girdikten sonra âdeta oraya kilitleniyor ve bir daha dış dünyaya çıkamıyorduk.

Daha ben senaryoyu yazarken, kafamdaki belli iki oyuncu nedeniyle bir film şirketiyle bağlantı kurulmuş, bir anlaşmaya varılmıştı. Sonradan senaryom filme çekilmedi; bana, ilgili hiç kimse tarafından, hiçbir açıklama yapılmadan, hiçbir gerekçe gösterilmeden proje rafa kaldırıldı; yetmiyormuş gibi bendeki de dahil olmak üzere, senaryonun yedi kopyasının yedisi de kayboldu; yıllarca bu senaryoyu aradım. Sonunda haftalık bir dergiye ilan bile verdim. Kayboluşları da, bulunuşları da ayrı bir film hikâyesi olabilecek ilginçliktedir. Ben, bu olayların hikâyesini, senaryonun kendisinden daha çok seversiniz korkusuyla burada anlatmıyorum. Belki başka bir zaman...
("'Başkasının Hayatı' için birkaç söz...", s. 13-15)


Kitaba sahip olanları ve isteyenleri sadece UKitap üyeleri görebilir.